AÖF Ders notları-İnsan hakları ve kamu özgürlüklerinin tarihsel gelişimi-Manga carta



İNSAN HAKLARI VE KAMU ÖZGÜRLÜKLERİNİN TARİHSEL  GELİŞİMİ:

Magna Carta’nın Ortaya Çıkışı ve Kapsamı:

İngiltere Krallığı’nın kökeni, Normanların Britanya’yı istila ederek Anglo-Saksonları yenilgiye ğratmasıyla 1066 yılında kurduğu devlete uzanmaktadır. Normanların başında yer alan kral I. William ülkeyi kendisiyle birlikte savaşan baron ve şövalyeler arasında bölüştürmüş ve böylece ortaya altı yüz baronluk ve altı bin şövalyelik çıkmıştır. Toprakların bu şekilde bölünmesi, parçalı bir siyasal-toplumsal yapı sayesinde krallığın gücünü korumak istemesi maksadıyla şekillenmiş gibidir. Buna karşılıbaronlar, krala karşı birleşip ortak hareket ederek durumu dengelemeye çalışmışlardır. Bu kutuplaşma, baronlar ve kral arasında süreklilik arz edecek gerilim ve mücadeleye neden olmuştur. Modern insan hakları uygulaması bakımından bir ilk olma özelliği gösteren 1215 tarihli Magna Carta Libertatum (The Great Charter of Runnymede; Büyük Özgürlük Şartnamesi/Fermanı) böyle bir tarihsel ortam içinde ortaya çıkmıştır. Kral Yurtsuz John, baronlarla girdiği mücadeleden yenik çıkmış ve onların dayattığı koşulları kabul etmiştir. İki tarafın Runnymede’de imzaladığı bu belge, feodal beylerin (baronların) haklarını korumak ve güvencelemek saikiyle şekillenmiş olsa da, ortaya çıkan sonuç bu dar amacı aşan nitelikte olmuştur. 63 maddeden oluşan Magna Carta’nın 12 ve 14. maddelerine göre, ruhban sınıfı (başpiskoposlar, piskoposlar, manastır başrahipleri) ile kont ve büyük baronlardan oluşacak Genel Meclis’in izni olmadıkça, kral, vergi toplayamayacaktır. 20. madde, suç ve cezalar arasında orantı olması gerektiğine işaret ederken, 38. madde, doğru ve güvenilir deliller olmadıkça hiç kimsenin dava edilemeyeceğine hükmetmiştir. 39. madde hükmüne göre, yasalara uygun verilmiş bir karar olmadıkça hiç kimse tutuklanamayacak, hapse atılamayacak, mal ve mülkünden mahrum bırakılamayacak, sürgüne yollanamayacak ve herhangi biçimde kötü muameleye maruz bırakılamayacaktır. 41. madde ticaret özgürlüğünü güvence altına alırken 63. madde İngiliz Kilisesi’nin özgür olacağını hükme bağlamıştır. 61. madde hükmüne göre, varılan mutabakatın ve tanınan hakların uygulanmasını sağlamak üzere, baronlar kendi aralarından 25 kişilik bir kurul oluşturacak ve bu kurul, iki tarafın da koşullara uymasını sağlamakla görevli olacaktır. Magna Carta’yla kurulmuş olan ve esas işlevi keyfî vergilendirmeyi önlemek olan Genel Meclis, İngiltere Parlamentosu’nun temelini oluşturmuştur. Vergilendirme yetkisini tekeline alan bu meclisin kararı olmaksızın kralın vergi toplayamaması, kralın vergi toplayabilmek için, zamanla, Genel Meclis’in isteklerini kabul etmek zorunda kalmasına yol açmıştır. Bu durum, sadece vergilendirme yetkisinin değil, bütün olarak yasama yetkisinin süreç içinde Genel Meclis’te toplanmasını sağlamıştır. Tarihsel gelişimi içinde, önce ruhban sınıfının ayrı toplanmaya başlayarak Genel Meclis’ten ayrılmasnı, soylu olmayanların gittikçe artan sayıda olmak üzere meclise temsilci göndermesi üzerine de soyluların (Lordlar) ayrı toplanma gereği duyması izlemiştir. Böylece, 1332 yılından itibaren, İngiltere Parlamentosu bugünkü iki meclisli şeklini alarak, Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası biçiminde ikili bir görünüme kavuşmuştur  11 Yukarıda yer verilen maddelerinden de görüldüğü gibi, Magna Carta sadece İngiltere’de parlamenter demokrasiye giden süreci başlatmamış, aynı zamanda kişi hak ve özgürlükleri ile ilgili hükümlere yer vermiştir. Keyfî tutuklama ve hapsetme, müsadere (mallara el koyma), sürgün uygulamalarını engellemek üzere suç ve cezaların yasal olması, başka bir anlatımla suç ve cezaların yasal dayanağının olması (m. 39), suç ve cezaların orantılı olması (m. 20), suç isnadının doğru ve güvenilir dellillere dayanması (m. 38), keyfî vergilendirmenin önlenmesi (m. 12 ve 14) gibi hükümler herkesi ilgilendiren önemli hukuksal kazanımlar olmuştur.

Eklemek gerekir ki, Magna Carta, aynı zamanda, Osmanlı-Türk anayasal gelişmelerinin başlangıç adımını oluşturduğu kabul edilen 1808 tarihli Sened-i İttifak’la aralarında benzerlik kurulan bir referans metindir. Padişah ve yerel güç odakları haline gelmiş bulunan ayanlar arasından imzalanan bu belgede de Magna Carta’dakini andırır şekilde, vergilerin belirlenmesi için devlet yöneticileri ile taşra hanedanının görüşmesini öngören bir hüküm (7. şart) ile gene Magna Carta’dakine benzer şekilde, cezanın suça göre olması, cezalandırma için suçun ortaya çıkması ve soruşturulmasını öngören hükümler (5. ve 6. şartlar) yer almaktadır. Bu hukuksal içerik bakımından iki belge arasında paralellik olduğu söylenebilir (Kara, 2002, s. 28). Gerek oluşum şekli gerekse bu içeriğine bakılarak, Sened-i İttifak, “bir çeşit Osmanlı ‘Magna Carta’sı” (Tunaya, 1960, s. 25) olarak değerlendirilmiş, iki belgenin, danışarak vergi koyma ve cezalandırmada hukuk devleti arayışı esasları bakımından taşıdığı paralelliğe dikkat çekilmiştir.

İngiltere’de 17. Yüzyılda Görülen Yasal Düzenlemeler;

Kral ile baronlar arasındaki çelişkinin Magna Carta’yı ve dolayısıyla bir parlamentoyu doğurması gibi, kral-parlamento çelişki ve mücadelesi de bir dizi önemli yasanın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bunlardan ilki 1628 tarihli Petition of Rights (Haklar Dilekçesi)’dır. Parlamento tarafından krala sunulan bir bildiri niteliğinde olan belge, kral tarafından kabul edilmiştir. Bu belge, Magna Carta’nın getirdiği hakların bir kez daha krala hatırlatılması şeklindedir; zira, belge metninden anlaşıldığı kadarıyla, kral ve ona bağlı bürokrasi, Magna Carta’yı hiçe sayarak keyfî vergi uygulamalarına girişmekte ve vergi vermeyenler ise hapse atılmaktadır. Petition of Rights, bu uygulamalara son verilmesini sağlamak ve parlamento otoritesini krala hatırlatmak üzere şu iki temel hususun altını çizmiştir: i-Parlamentonun izni olmaksızın vergi konulamaz ve vergi oranları yükseltilemez, ii- gene Magna Carta’nın belirttiği gibi, kimse keyfî biçimde yakalanamaz ve hapse atılamaz. Görüldüğü gibi, Haklar Dilekçesi, Magna Carta’nın öngördüğü iki önemli hususu, Magna Carta’ya açıkça atıfta bulunarak, yinelemiştir. 17. yüzyıl İngiltere’sinin ikinci önemli insan hakları belgesi 1679 tarihli Habeas Corpus Yasası’dır.  Latince sözcük anlamı ‘bedenine sahipsin’ şeklinde çevrilebilecek habeas corpus, gözaltında tutulan kişiden sorumlu görevliye, bu kişiyi mahkeme önüne çıkarması yönünde verilen emirname anlamına gelmektedir. Bugün artık habeas corpus dendiğinde, gözaltına alınan kişinin bir yargıç önüne çıkarılma hakkı anlaşılmaktadır. Kişi özgürlüğüyle yakından ilgili olan bu hak sayesinde, keyfî gözaltıların önlenmesi amaçlanır. Bu doğrultuda gözaltına alınma nedenlerinin yargıç tarafından gözden geçirilmesi suretiyle ya haksız gözaltına son verilmesi ya da gözaltının tutuklamaya çevrilmesi şeklindeki iki sonuçtan biri ortaya çıkar. İşte, 1679 tarihli yasa, bu hakkı vurgulamıştır. Belirtmek gerekir ki, bu yasa İngiltere’de konuyla ilgili sonuncu yasa olmamış, 1816 ve 1862’de de Habeas Corpus yasaları çıkarılmıştır. Özellikle 1679 ve 1816 yasaları, gözaltı ve tutuklamayla ilgili olarak idarenin öne sürdüğü iddialara dayanmayıp, bu işlemleri gerektirecek somut gerekçelerin var olup olmadığını belirleme yetkisini mahkemelere tanıyarak mahkemelerin rolünü güçlendirmiştir. 1689 tarihli Bill of Rights (Haklar Bildirisi/Yasası) ise, parlamentonun monarşi karşısında kesin üstünlüğünü belgeleyen ve bu arada kişi hak ve özgürlükleri ile ilgili de kimi hükümler içeren bir hukuksal belge olmuştur. Bu yasanın belli başlı hükümleri şöyle özetlenebilir:

  • Parlamento üyelerinin seçimi serbest olacaktır.
  • Parlamento sık sık toplanacaktır.
  • Parlamentodaki tartışmalar ve görüşmeler, parlamentodan başka hiçbir yerde ya da mahkemede suçlama veya soruşturma konusu yapılamaz; konuşma özgürlüğü vardır (yasama sorumsuzluğu).
  • Parlamento’nun onayı olmadan, yasaların iptal edilmesi veya yürütülmesinin engellenmesi mümkün olmayıp yasa dışıdır.
  • Parlamento’nun onayı olmadan vergi toplanması mümkün değildir.
  • Barış zamanında, parlamentonun onayı olmadan sürekli bir ordunun kurulması ve hazır bulundurulması yasa dışıdır.
  • Krala dilekçe yazmak uyrukların hakkıdır. Bu dilekçelerin krala sunulmasından dolayı yapılan tutuklamalar ve kovuşturmalar yasa dışıdır

Amerikan ve Fransız bildirilerinden farklı olarak, İngiliz belgeleri, bütün insanlığa seslenme, bu doğrultuda genel ve soyut ilkeler içerme noktasının henüz uzağındadır; bununla birlikte, Amerikan ve Fransız insan hakları bildirilerini etkilemiş olan İngiliz belgeleri, özgürlüklerin gelişmesi ve insan haklarının uygulamaya geçişinin önemli aşamaları niteliğinde olmuştur.

Amerika’da Bağımsızlık Süreci ve İnsan Haklarını Konu Alan Bildiriler

Kolonilerin Doğuşu ve İngiltere ile İlişkilerinin Bozulması;

İngiltere’den Amerika’ya göç 17. yüzyılın başında başlamıştır. Göçmenlerin yerleştiği ve İngiliz Tacı’na ait kabul edilen kuzey doğu Amerika topraklarında 1732’ye gelindiğinde koloni sayısı on üçe ulaşmıştır. Biçimsel olarak koloniler, kendilerine ayrıcalık bahşeden bir kral fermanıyla kurulmuştur. İngiltere’ye bağlı olmakla birlikte iç işlerinde serbest olan bu siyasal-sosyal birimler, ticaret serbestisi ve doğal kaynaklar sayesinde hızlı bir ekonomik gelişme göstermiştir. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, İngiltere, bu kolonileri kendisine rakip olarak görmeye başlamış ve kolonilerin kendisiyle rekabet gücünü kırmak için bir dizi kısıtlayıcı önlem geliştirmiştir. Bunlar, kimi malların kolonilerde üretiminin yasaklanması, kimi mallar için yalnızca İngiltere ile ticaret zorunluluğu ve malların taşıma işinde İngiltere tekelinin getirilmesi şeklinde olmuştur. İngiltere, Amerikan kolonilerinin bu önlemlere gösterdiği tepkiye askerî önlemler geliştirmekle karşılık vermiştir. Bu gergin ortam, Aralık 1773’te bir sosyal ve siyasal patlamayla sonuçlanmıştır. Boston sakinlerinin, kendi limanlarında bulunan İngiliz gemilerine saldırarak gemilerdeki çayları denize dökmeleri üzerine, İngiltere Parlamentosu, Boston limanını kapatmış ve limanın sahibi konumundaki Massachusetts kolonisinin ayrıcalık (kuruluş) fermanını iptal etmiştir. Diğer bütün kolonilerin Massachusetts’in yanında yer alması üzerine, fiilen İngiltere’ye karşı ayaklanma durumu ortaya çıkmıştır. Böylece başlayan Amerika-İngiltere savaşı 1775’ten 1783’e dek sürmüş ve Amerikalıların zaferiyle sonuçlanmıştır.

Kongre’nin Kuruluşu ve İlk Bildirisi:

Koloniler, kopuş sürecinin başında ortak bir organ kurmuş ve Kongre adını alacak olan bu organ ilk toplantısını Eylül 1774’te Philadelphia (Filadelfiya)’da yapmıştır. Kongre, Ekim 1774 tarihli ilk bildirisinde, İngiliz yönetiminin uygulamalarından kaynaklanan şikâyetlere yer verdikten sonra bir dizi maddeyle “Kuzey Amerika’daki İngiliz kolonilerinin sakinlerinin” birtakım haklarına temas etmiştirKongre’nin bu ilk bildirisinde, yalnızca koloni sakinlerinin birtakım haklarından söz edilmiştir. İnsanlığın geneline hitap eden soyut, genel ve güçlü insan hakları formülasyonlarına henüz yer verilmiş değildir. Öte yandan, bu bildiriden anlaşılmaktadır ki, koloniler şu aşamada, İngiltere’den mutlak bir kopuş anlamına gelecek bir söylemden uzak durmakta ve İngiltere (Britanya) Tacı’yla olan hukuksal ilişkiyi korudukları anlamına gelen ibarelere yer vermektedir. 

 

İlgili Kategoriler

Anadolu AÖF AÖF Ders Notları



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir